Bu noktaya kadar her şey yolunda fakat burada biraz şeytanın avukatlığını yapalım. Zaten danışmanlık süreçlerimizde de sunduğumuz planları yahut şirketlerden aldığımız durum analizlerini güçlü sorgulamalardan geçirerek, karmaşık durumları daha iyi çözümleyebiliyoruz. Yazının bu kısmına kadar okuyucularımız, danışmanlık alıyoruz ve yüzde yüz başarı mı kazanıyoruz diye sormuşlardır. Özellikle somut çıktılar konusunda belirli çekincelerle karşılaşıyoruz başlarda. Sözgelimi, diyelim tablet bilgisayara ihtiyacımız var şirket olarak. Araştırınca, işlemcisi yüksek bilgisayar vardır, grafik kartları farklı farklıdır. Yani bilirsiniz ortada somut ve kaliteli ürünler var. Ama danışmanlıkta biraz soyut bir durum söz konusu, firmalar hizmete başlarken bir danışmanlık projesinde gerçekten ne alacaklarını, sonunda ne olacağını en fazla umut edebiliyorlar. Umudu besleyen, körükleyense danışmanlık aldıkları firmanın referansları, ayrıca danışmanlarına inanmaları. Ama bu noktada her yönetim danışmanlık projesi başarılı olabilir mi sorusuna cevap vermek gerekiyor. Yani acaba başarılı olabilmek için neler gerekiyor? Sadece danışmanlık aldım, ücreti neyse verdim, sorunlarımı çözerim artık gibi bir algının önüne geçmek gerekiyor. Çünkü danışmanlık projesine başladıktan sonra, başarıya ulaşmak için firmanın üzerine düşen işler de var. Kurumlar arasında bazı işbirlikleri olmalı ki başarı sağlansın.
Bu noktada, balık tutma analojisi mevzuyu çok iyi açıklıyor aslında. Yönetim danışmanlığını biraz da şöyle tanımlamak lazım: Biz şirketlere balığı tutup, onların önüne koymuyoruz. Balık tutmayı onlara öğretiyoruz. Hem bu başarıları, sürekli ve kişiden bağımsız bir sistem haline getirmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Bu yolda, bir yol gösterici ve rehber olarak ihtiyaç duyulursa devam ediyoruz. Buradan da anlaşılacağı üzere danışmanlık almak, gelişimin ilk adımı oluyor neredeyse. Firmalar illa danışmanlık almak zorunda değiller tabii, başka türlü de kendilerini geliştirebilirler. Ama ilk zamanlarda gerçekten öğrenmek, gerçekten değişmek, balık tutmayı öğrenmek konusunda bir eğitim gibi görebilirler danışmanlığı. Yani, danışmanlık sürecinin en önemli işlevi olarak mutlaka bir öğrenme süreci yaşanması gerekiyor.
Firmaların eğitimi, onları bir kademe öteye taşıyan içselleştirme sürecidir. Değişimi, yeni normali, yeni şirkette hakim olması gereken kültürü ve sürekli değişimi bünyelerine kabul etmeleri için eğitilmeleri gerekiyor. Bununla beraber balık örneğinden devam edecek olursak, bazı şirketler bize balığı tutar mısınız diye geliyor. Balık tutmayı nasıl öğrenirim diye kafalarında bir soru olmuyor. Hızlıca balık tutmayı istemek çok olağan bir istek. Hatta teorik olarak bizim tarafımızdan karşılanabilecek de bir istek. Fakat bu şirketin işine yarar mı, kesinlikle hayır. Çünkü varsayalım ki bugün balık tutmak için biz gittik ve bugün kâr etti. Tatmin edici düzeyde paralar kazandı. Ama yarını var, bir sonraki ayı, bir sonraki yılı var. 10 yıl sonrası var. Sürekli biz olamayız o şirketin yanında. Dolayısıyla sadece balık tutmanın günlük işi kotardığını, balık tutmayı öğrenmeninse şirketin hayatını kurtardığını ilk başta karşı tarafa aktarmamız gerekiyor ki ilk tanışma toplantılarımızda temelde bu meseleyi anlatıyoruz. Akabinde, şirket de zaten bizimle aynı noktaya geliyor. O zaman şu sorular ortaya çıkıyor: Peki benim balık tutmak için neye ihtiyacım var? Balığı nerede tutmalıyım? Ne tarz balık tutmalıyım? Balık tutmak için gerekli ekipmanlarım, araçlarım neler olur? İşte o zaman danışmanlığı konuşmaya başlıyoruz gerçek manada. Sonrasında, şu an mevcut durumda neredesin, sorusunu soruyoruz. Bu sorunun cevabını bulabilmek için mevcut durumunuzu analiz etmemiz lazım, diyoruz. Daha sonra sorduğumuz soru, şirket olarak nereye gitmek istedikleri. Yani kendinizi başarılı görmek, bu problemleri çözmek demek sizin için neyi ifade ediyor, başarılı ne zaman olursunuz? Tabii ki bu soruları sadece onların yanıtlarına bırakmıyoruz. Bu soruları yanıtlarken yardımcı oluyor; beyin fırtınasıyla, arama konferansı gibi toplantılarla yardımcı oluyoruz. Gitmek istediğimiz yeri de belirlediğimiz zaman şu soruyu soruyoruz: Mevcut durumuzu da biliyoruz, gitmek istediğimiz yeri de biliyoruz; peki biz bu ikisini birbirine nasıl bağlarız? Gitmek istediğimiz yoldaki stratejilerimiz, aksiyonlarımız neler olmalı ve bu aksiyonlara ulaşıp ulaşmadığımızı anlamak için kendimize koyacağımız mihenk taşları, hedefler ve anahtar performans göstergeleri neler olmalı? Bu ölçüleri de belirlediğimiz zaman diyoruz ki, şimdi balık tutmayı iyi kötü öğrettik. Ama sadece siz olmayacak, muhtemelen ailenizde başkaları var. Örneğin genişletecek olursak, oğlunuz da balık tutmak isteyecek, siz her gün balığa çıkamayacaksınız veya bir gün eşinizden dostunuzdan rica edeceksiniz. Yani çalışanlarınızdan bu görevi yapmalarını isteyeceksiniz. O zaman onlar balık tutmayı nereden bilecekler, hep bizi mi çağıracaklar; bunun cevabı hayır olmalı. Bunun için bir sistem kurmalıyız. Dolayısıyla, bu sistemde de süreçlerini tanımladığımız balık tutmanın araçlarının neler olabileceğini, şirketle beraber konuşarak, istişare ederek tanımladığımız etmenler gerekiyor. Balık tutmanın stratejilerine şirketin alanlarını düşünerek karar veriyoruz. Çünkü gölde balık tutmak farklı, derede farklı, okyanusta farklı, denizde çok farklı. Dolayısıyla, sizi dinleyerek, sizinle konuşarak, birebir toplantılarla, sizlere anketler yaparak, örnek vakaları anlatıp geri bildirimlerinizi alarak bilgileri topluyoruz ve bu araçları, kullanılan yöntemleri, süreçleri ve bunları kimlerin yapması gerektiğini kişi bazında değil ancak görev ve yetkinlik bazında tanımlıyoruz. Bundan sonra bütün sistem ortaya çıkmış oluyor. O sistem, bir yerden açma kapama tuşuna bastığınızda kendi kendini döndürebilir bir sistem haline getiriliyor. Aslında yönetim danışmanlığında nihai olarak sağlamak istediğimiz şey her zaman budur.